21 Nisan 2009 Salı

ÇaTLıYı BıraKın Yoksa Emniyeti BombaLaRım

1980 yılında, Balgat Katliamı sanıklarından İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, müthiş bir operasyonla Mamak Askeri Cezaevi'nden kaçırıldılar. Olay, bütün Türkiye'de geniş yankı uyardırdı. Günlerce gazetelerin manşetlerini süsledi.


İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, idam cezasına çarptırılmışlardı. Askeri cezaevinden kaçırılmasalardı, ertesi gün idam dosyaları Meclis'te görüşülecekti. En önemlisi, MHP iktidar ortağıydı. Dosya görüşülerken, MHP'li milletvekilleri de el kaldırıp, oy kullanacaklardı. Armağan ve Pehlivanoğlu'nun idamlarına 'evet' oyu vermeleri mümkün değildi. 'Hayır' oyu verdiklerinde ise, CHP tarafından çok kötü sıkıştırılacaklardı. CHP'nin kamuoyuna vereceği mesaj, çok öncesinden belliydi:



'İşte gördünüz. MHP, katilleri koruyor. Çünkü, bu katliamın arkasında MHP var. Balgat katliamının sorumlusu iktidardaki MHP'dir.'



İşte bu yüzden 'Askeri cezaevinden Ülkücü kaçırma Operasyonu'nun zamanlaması çok ilginçti. İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun kaçırılmaları, iktidardaki MHP'yi ciddi bir sıkıntıdan kurtardı.



Olayın ertesi günü, Alparslan Türkeş bütün Ülkücü yöneticileri Parti Genel Merkezi'nde topladı. Namık Kemal Zeybek, Ramiz Ongun, Türkmen Onur, Muhsin Yazıcıoğlu ve diğerleri sıraya dizildiler.



Türkeş, son derece yüksek sesle bağırmaya başladı:



- Kim yaptı bunu? Kim kaçırdı? Askeri cezaevi gibi bir yerden nasıl kaçabiliyorlar?



Ardından, tek tek sormaya başladı:



- Senin bilgin var mı?



- Ya senin?



- Sen biliyor musun?



Hep, 'hayır' cevabını aldı.



Türkeş, karşısına dizilenlerden sadece birine herhangi bir soru yöneltmedi. O'nun yüzüne bile bakmadı. Aldığı cevapların ardından, yine yüksek bir ses tonuyla 'Çıkın dışarı, kaybolun' dedi.



Türkeş'in en belirgin özelliği, önemli konularda muhatapları ile konuşarak değil, yazarak iletişim kurmasıydı. Daha sonra, bu kağıtları yakar ve imha ederdi. Bu defa gelenek bozulmuş, çok farklı olmuştu. Son derece yüksek bir sesle bağırarak konuşmuştu. Belli ki, bazı yerlere mesaj vermek istiyordu. Armağan ve Pehlivoğlu'nın kaçırılması ile kendilerinin bir ilgisinin bulunmadığını duyurmaya çalışıyordu. Herhalde, çevrede bir dinleme cihazının bulunduğunu düşünüyor ya da biliyordu.



Aradan bir süre geçti...



Türkeş, daha önce karşısına dizdiği isimlerden sadece 'Kim kaçırdı, haberin var mı?' sorusunu yöneltmediği yöneticiyi tekrar çağırdı. Bu defa bağırmıyordu. Aksine, son derece kısık bir ses tonuyla konuşuyordu:



- Oğlum, sağlam yerdeler mi?



Aldığı cevapla rahatladı:



- Kaygılanmayın, sağlam yerdeler.



Gerçekten de son derece sağlam bir yerdeydiler. Üstelik, cezaevinden kaçırılan İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu, dışarı çıkar çıkmaz uyarılmışlardı. İkisine de sıkı sıkı tembih edilmişti:



- Sakın ola teşkilatlara gitmeyin.



İsa Armağan, verilen talimata harfiyen uydu. Kendisine çizilen alanın dışına çıkmadı. Ülkücü teşkilatlarla ilişkisini tamamen kesti. Mustafa Pehlivanoğlu ise, tersini yaptı. Bir süre gizlendikten sonra teşkilatlara gitmeye ve gezmeye başladı. Bunun üzerine yakalandı ve ardından idam edildi.



Pehlivanoğlu, verilen talimatlara uymuş olsaydı, O da İsa Armağan gibi hayatta kalacaktı.



'ANKARA'YI HAVAYA UÇURURUM'



Abdullah Çatlı, 12 Eylül öncesinde Ülkü Ocakları'nın Genel Başkan Yardımcısıydı. Arkadaşlarıyla Sakarya'dan Ankara'ya gelirken gözaltına alındı.



Olay, hemen Genel Merkez'e bildirildi. Ülkücü polisler, vakit geçirmeden Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ni uyardılar:



- Çatlı ve bazı arkadaşlar gözaltına alındılar.



Genel Başkan Muhsin Yazıcıoğlu, hemen telefona sarıldı. Ankara Emniyet Müdürü'nü aradı. Emniyet Müdürü bekletmeden telefona çıktı.



Yazıcıoğlu, 'Neden böyle yaptınız?' dedi:



- Bizim arkadaşlarımızı niye Emniyet'e aldınız?



Müdür, 'Haklarında ihbar var' cevabını verdi.



Yazıcıoğlu da 'Siz emniyet olarak niye bizim üzerimize geliyorsunuz?' diye tepki gösterdi:



- Bizimle uğraşmaya devam ederseniz, biz de sizinle uğraşırız. Biz, meşru bir derneğiz ve meşru platformda kalmak istiyoruz. Bizim, ne terörle, ne de anarşi ile ilgimiz var. Ama bizi mecbur ederseniz, gereğini de yaparız. Şimdi bak bakalım bu gece Ankara'nın kaç yerinde patlama sesi duyacaksın! Hem de Ankara Emniyet Müdürlüğü de dahil olmak üzere!



Müdür, 'Ne demek bu' dedi:



- Bizi tehdit mi ediyorsun?



Yazıcıoğlu da Mehmet Akif Ersoy'un dizelerini okudu:



- Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem/ Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım/ Boğamazsın ki/ Hiç olmazsa yanımdan kovarım/ Ben ezelden beridir aşığım istiklale/ Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale/ Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum/ Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum/ Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim/ Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim/ Adam, aldırma da geç git diyemem, aldırırım/ Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.



Ardından da kestirip attı:



- Arkadaşlarımızın serbest bırakılmalarını bekliyorum. Sakın ola işkence ve kötü muamele yapmaya kalkmayın.



Aradan bir süre geçti...



Demirtepe Köprüsü'nün üzerinde bir bomba bulundu. Bomba, emniyetin imha ekipleri tarafından patlamadan etkisiz hale getirildi.



Ardından da Abdullah Çatlı serbest bırakıldı.



.



ÜLKÜCÜLERDEN GÜÇ GÖSTERİSİ



Ülkü Ocakları hakkında Ali Batman'ın bir genelgesinden dolayı dava açıldı. Ali Batman da bunun üzerine tedbir olarak görevden ayrıldı. Ancak, Batman'ın görevden ayrılması da herhangi bir işe yaramadı. Ülkü Ocakları hakkındaki 'kapatma davası' devam ederken, hakim haber gönderdi:



- Derneğinizi kapatmak zorunda kalacağım. Tedbirinizi alın.



Ülkü Ocakları'nın bütün şube başkanları Ankara'da toplandı. Alel acele bir kongre yapıldı. Muhsin Yazıcıoğlu, Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevinden ayrıldı. Yerine Lütfü Şehsuvaroğlu getirildi. Ankara'ya çağrılan ocak yöneticilerinin eline de iki ayrı yazı verildi. Birinde, Ülkü Ocakları'nın feshedildiği yazıyordu. Diğerinde ise, Genel Başkanlığını Muhsin Yazıcıoğlu'nun yapacağı Ülkücü Gençlik Derneği'nin kuruluş yetkisi vardı.



Bütün ocak yöneticilerine gerekli talimat verildi:



- Yarın saat 16:00'da emniyete gidip, Ülkü Ocakları Derneği'nin fesih yazılarını vereceksiniz. Saat 16:45'te de Ülkücü Gençlik Derneği'nin kuruluş yazısını aynı yere teslim edeceksiniz.



Bir günde Türkiye çapında 350 şube kapandı, yerine 350 yeni şube açıldı. Ülkü Ocakları, 45 dakika içinde Ülkücü Gençlik Derneği'ne dönüştürüldü. Bu büyük operasyonda hiç bir sıkıntı çekilmedi, tek bir fire verilmedi. Adresler ve yöneticiler aynı kaldı. Ülkü Ocakları tabelaları indirilip, yerine 'Ülkücü Gençlik Derneği' tabelaları asıldı. Yazıcıoğlu da odasını bile değiştirmeden Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanı oldu.



Türkiye çapında büyük bir disiplin ve güç gösterisi yapıldı.






'BAŞKA YERLERLE İRTİBATLI ÜGD GENEL BAŞKANI'



1979 yılında Şefkat Çetin Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkanı seçildi. Bu seçim, Alparslan Türkeş'in hiç hoşuna gitmemişti.



Türkeş, Türkmen Onur ve Muhsin Yazıcıoğlu'nu yanına çağırdı. Yapılan seçime itiraz etti:



- Oğlum, bunu nasıl yaparsınız! Şefkat Çetin'in başka yerlerle irtibatı var. O'nu derhal görevden alın.



Türkeş, 'Başka yerlerden' acaba neyi kastediyordu? Bu, bir türlü öğrenilemedi. Çünkü, ne Türkmen Onur, ne de Muhsin Yazıcıoğlu, 'Başka yerler neresi?' sorusunu sormadılar. Sadece, 'şekil tartışması' yapıldı.



Türkmen Onur sesini çıkartmadı. Muhsin Yazıcıoğlu ise, 'Bir müddet bekleyelim Başbuğum' dedi:



- Şefkat Çetin'i yeni seçtik. Hemen görevden alırsak, gençliğin morali bozulur, sıkıntı çekeriz.



Türkeş'in verdiği talimat, gecikmeli olarak yerine getirildi. Şefkat Çetin, birkaç ay ÜGD Genel Başkanlığı'nda kaldıktan sonra görev değişikliği yapıldı.



Şefkat Çetin, yıllar sonra çok önemli bir göreve getirildi. Devlet Bahçeli'nin Başbakan Yardımcılığı döneminde 'İkinci adamlık' koltuğuna oturdu. MHP Teşkilat Başkanlığı görevini yürüttü.



İlginçtir, daha sonra Şefkat Çetin 57. Hükümet döneminde yaşanan pek çok sıkıntının sorumlusu olarak gösterildi. Teşkilat Başkanlığı görevinden ayrıldı. Bugün ise, pek ortalıklarda görünmüyor.






30 ÖNEMLİ ADAM



Anarşi ve terör, giderek yaygınlaşıyordu. Ülkücü kuruluşların sayısı ise, her geçen gün daha da kabarıyordu. Sol terör, 'Kurtarılmış bölgeler stratejisini' izliyor, mahalle mahalle çatışmalar sürüyordu. Ülkücü Hareket içinde, hem kontrolsuzluk artıyor, hem de Türkeş'in sık sık tekrar ettiği 'Gönül Seferberliği' mesajı bir türlü anlaşılamıyordu.



1977 yılında bunlar yaşanırken, Namık Kemal Zeybek, Tarım Reformu Müsteşarlığı'nda Teftiş Kurulu Başkanıydı. Bir gün Türkeş kendisini çağırdı. Gençliğin eğitimsizliğinden söz etti, buna bir çare bulunması gerektiğini söyledi. Türkeş, Namık Kemal Zeybek'ten işinden ayrılmasını istedi:



- 30 kişilik bir kadro kurup, bu gençleri siz eğiteceksiniz. Yanına istediğin isimleri al, ama Ramiz Ongun ve Türkmen Onur'u özellikle tavsiye ederim. Önce, arkadaşları eğitelim. Ardından da Türkiye'yi 9 bölgeye ayırın. Oralara dağılın. Bu 30 kişi işlerinden ayrılsınlar, maaşlarını bizzat ben vereceğim.



Ardından, Zeybek'e genel bir program çerçevesi çizdi:



- Ahmet Yesevi'yi anlatın. Alp-Eren tipini ülkücülere örnek gösterin. Türk tarihinin felaketler dönemini özellikle işleyin. Bunları işleyin ki, Türk'ün bu duruma neden düştüğü ortaya çıksın.



Zeybek, MHP ve Ülkücü kuruluşlar içinden en seçkin 30 isim belirledi. Hepsi işlerinden ayrıldı, MHP Genel Merkezi'nde göreve başladı. Alparslan Türkeş, bu 30 ismi 4,5 ay boyunca bizzat kendisi eğitti.



Anadolu'ya yayıldıklarında 'eğitimci' adını alacak olan bu 30 kişilik liste, şu isimlerden oluşuyordu:



'Ramiz Ongun, Türkmen Onur, Muhsin Yazıcıoğlu, Mehmet Şandır, Himmet Kayhan, Muhittin Çolak, Rıza Müftüoğlu, M. Ali Özgüven, Abdullah Alay, Abdullah Kılıç, Hasan Sabri Erdem, Sami Bal, Ali Batman, Musa Serdar Çelebi, Hakkı Duran, Lokman Abbasoğlu, Şinasi Apaydın, Yılma Durak, Faik İçmeli, Yılmaz Saka, İbrahim Türedi, Mehmet Göktolga, Ahmet Güzel, Hakkı Şafakses, Nurettin Taşar, Ömer Haluk Primoğlu, Mustafa Öztürk, Muammer Cindilli.'



1999 seçimlerinde MHP'den milletvekili olduktan sonra TBMM'de Bülent Ecevit'i sert bir dille eleştirdiği için ihraç edilen Ali Güngör de ilk listede bulunuyordu. Ancak, Ali Güngör eğitimci olmadı. Daha sonra bu listeye yeni isimler eklendi, kadro genişletildi.



Bu arada, Namık Kemal Zeybek'e bağlı ikinci bir teşkilat daha kuruldu. 'Araştırma Merkezi' adı verilen bu kurumun başına Esat Güçhan getirildi. İlhan Kesici, Avni Çarsancaklı ve İlhan Gülsüm de bu birimin araştırmacılarıydı.



İlk birkaç ay 'eğitimcilerin' aylıklarını bizzat Alparslan Türkeş verdi. Muhsin Yazıcıoğlu'nun aylığı ise, sadece 2 ay işledi. Yazıcıoğlu, 'Benim Sivas'tan param geliyor' diyerek, verilen maaşı geri çevirdi.



EĞİTİMCİLİKTEN KONTROLÖRLÜĞE



Ardından Birinci MC Hükümeti kuruldu. MHP iktidar ortağı oldu. Gümrük ve Tekel Bakanlığı'na milletvekili olmamasına rağmen, dışarıdan yapılan bir atama ile Gün Sazak getirildi. Gün Sazak ise, Namık Kemal Zeybek'i müsteşar olarak atadı. Bunun üzerine, bütün eğitimcilerin Gümrük Bakanlığı'nda 'kontrolör' olmaları kararlaştırıldı. Bir yandan Ülkücü gençleri yetiştirecekler, diğer taraftan gümrüklerdeki kaçakçılık ve rüşvet olayları ile mücadele edeceklerdi. Operasyon yapıldı, 'eğitimciler' aylıklarını bakanlıktan almaya başladılar.



İk başta 'siyasi bir operasyon' gibi görünen bu karar, beraberinde başarıyı da getirdi. MHP döneminde gümrüklerdeki rüşvet ve kaçakçılık bıçak gibi kesildi. O dönemde sol kesim de Gün Sazak'ın hakkını teslim etti. Daha sonra siyasi bir cinayete kurban giden Milliyet Gazetesi'nin Başyazarı Abdi İpekçi, MHP'ye karşıydı, ancak Gün Sazak'ı açıktan destekliyordu. 1978'de, CHP İktidarı döneminde Tuncay Mataracı Gümrük ve Tekel Bakanı oldu. Gümrüklerde rüşvet ve yolsuzluk alabildiğine yayıldı. İşte o günlerde, 'aşırı solcu' olarak tanınan CHP İzmir Milletvekili Süleyman Genç, Bütçe görüşmeleri sırasında Meclis'de şu konuşmayı yaptı:



- Ben, MHP'nin idieolojisine karşıyım. Ancak, bir hakkı teslim etmek lazım ki, fikrini ve zikrini beğenmediğimiz MHP döneminde gümrüklerde rüşvet ve kaçakçılık son buldu.



Sülmeyman Genç, bu konuşmayı kendi partisinden bakan olan CHP'li Tuncay Mataracı'yı eleştirmek için yapıyordu. Çünkü Mataracı döneminde, gümrüklerdeki kaçakçılık ve rüşvet dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Mataracı, bu yüzden Yüce Divan'da yargılandı ve ceza aldı. MHP'li Gün Sazak ise, 27 Mayıs 1980 günü Dev Sol tarafından öldürüldü. Ancak, taşeron bir örgüt olan Dev-Sol'un arkasında kaçakçılık şebekeleri vardı.


Emin Pazarcı

0 yorum:

Yorum Gönder