20 Nisan 2009 Pazartesi

ÖRF, ADET, GELENEK, GÖRENEK SÜREÇLERİ (Gökçen Çatlı)

Antropolojinin meselesi olarak kültür, kendisini meydana getiren gelenekler birliğini [1] her daim, araştırmasının odak noktası haline getirmiştir. Sapir’e göre sosyal miras ve gelenekler birliği olarak “kültür; varlığımızın yapısını (ilişkilerini) belirleyen, sosyal süreçle öğrendiğimiz uygulama ve inançların, maddi ve manevi öğelerin birliğidir”. Bu bağlamda kültürü incelemek, gelenekler birliğini ele almadan mümkün olamaz.

Kültür organik bir bütün olarak, geçmişten bugüne yazılı olmadan gelen toplumsal alışkanlıklarını gelenekler birliği başlığı altında örf, adet, gelenek ve göreneklerden meydana getirir. Marx’ın değimiyle “doğa’nın yarattıklarına karşılık, insanoğlu’nun yarattıkları” olan kültür de, insanın gereksinimlerini karşılamak üzere, gelenekler birliğini yaratmıştır. Kültür ve gelenekler birliği, bireylerin gereksinimlerini gözeterek ve onların maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılamak üzere değişirler. Bu ihtiyaç, mitolojik rivayetler, dini inançlar, sosyal miras ve manevi hukuktur. Her toplum kültürlenme ve kültürleşmeyle birbirine benzese de, kültürler arası farklılaşma-sınıflaşma, milli değerlerden oluşan gelenekler birliği dolayısıyla, her toplum kendi biricikliğini ilan eder. Bu açıdan gelenekler, alıcısı olan toplum tarafından seçilen ve kabul edilen seçilmişlerdir. Gelenekler ancak ve ancak toplumun onu seçip, onu uygulaması ve tekrar uygulamasıyla oluşur.

Gelenekler birliğini kısaca açıklamakta fayda var. Bunlar tarafımca, toplumun önem arziyatına göre yapılması zorunlu olandan, yapılması tavsiye edilene doğru sıralanmıştır;

1- Örf: Kanunlarla belirlenmemiş olan, halkın kendiliğinden uyduğu davranışlar bütünüdür. Töre, kelimesiyle benzer bir mana taşımaktadır. Örf veya töre, toplumun bilinçdışı alışkanlıklarından meydana gelen ve toplumsal ahlakı, kurallarla sağlayan, sınırlamalarla terbiye eden, yazıya geçirilmemiş yani gayri resmi niteliği olan ata yadigarlarıdır. Örfe dahil olan alışkanlığın, uzun zaman önce uygulanmaya başlandığı muhakkaktır. Bazen örfün koyduğu yasak ve sınırlamalar devletin resmi hukukundan bile caydırıcı olsa da, bu onun hiç değişmeden hep var olacağı anlamına gelmez. Nasıl ki kültürler değişir, ihlal edilen bazı örfler ihtiyaçlara cevap veremediği anlaşılınca saygınlığını yitirir ve kullanılmayarak zamanla unutulur. Türk aile yapısı, örflerin belirlediği kurallarla inşa edilmiştir. Mesela kadının zinada bulunması, örfün çiğnenmesi olarak görülür.

2- Gelenek: Gelmek fiilinden gelir. Törelerin sözlü aktarımıdır. Bir kuşaktan ötekine geçirilen manevi kültürdür. Bir alışkanlığın gelenek grubuna dahil olması için en az üç kuşak boyunca uygulanmış olması gerekir. Tıpkı örf gibi kuralcı yapısıyla, geleneğin de yaptırım gücü kuvvetlidir ve bireyin belli başlı bazı geleneklere karşı çıkması durumunda, toplumun katı ve sert çıkışıyla maruz kalması muhtemeldir. Aile, hukuk, din, politika gibi toplumsal kurumlar üzerinde etkilidir. Öte yandan bilim ve sanat, geleneklerin daha az etkisi altındadır. Gelenek, sosyal bilimcilerin en çok dikkatini çeken kültürel dokular arasındadır. Örneğin ünlü antropolog Benedict, geleneklerin toplumun tutum ve davranışlarını yönettiği için araştırmacıların geleneklere odaklanmadan hiçbir şey göremeyeceklerini vurgular. Yine Özbudun’un saptamasıyla gelenekler, alıcısı toplum olan seçilmişlerdir. Gelenek, bana göre bizi biz yaparak aynılaştıran ama ötekilerden farklılaştıran ulusal bir kimlik kartıdır.

3- Âdet: Alışkanlıkların oluşturulmasıdır. Tekrarlanarak geçmişten günümüze gelen ve güncel uygulamasında mantığı sorgulanmayan, yüzeysel davranış tarzları olduğundan, düşüncesiz taklit olarak süregelen alışkanlıklar zinciridir. Bu açıdan örf ve gelenek gibi yıkılmaz değildir. Kültürel olarak “tavsiye edilen” davranış kalıplarıdır.

4- Görenek: Görmek fiilinden gelir: bir şeyi eskiden beri görüldüğü şekilde yapma alışkanlığıdır. Gelenekler birliği içerisinde yaptırım gücü en zayıf olanıdır, ama günlük hayatta en çok muhatap olunan günlük yaşayış görgü kurallarıdır. Görenek, toplulukta nasıl davranılacağını örgütlediğinden, görgü öğretmeni gibidir.



Sibel Özbudun’un konuya kuşbakışı ama yerinde olan saptamasıyla toparlamak istiyorum:

“Gelenekler bir topluluğun geçmişinden devralıp atalarına saygı gereği sürdürdükleri duyuş-düşünüş-davranış örüntüleri değil, mevcut kuşakların dağarcıkları içinden seçerek benimsedikleri, benimserken de dönüştürdükleri ve içerdikleri ‘kadimlik’ duygusu nedeniyle yaptırımcı/normatif bir değer yüklenen dinamik süreçlerdir”

0 yorum:

Yorum Gönder